ÖZET
Yetişkinlerde en sık görülen göz içi kötü huylu tümör olan uvea melanomu iris, siliyer cisim ve koroideadaki melanositlerden gelişir. Tanıda biyomikroskopi ve indirekt oftalmoskopi ile yapılan klinik muayene esas alınır, ultrasonografi, fundus flöresein anjiyografi ve optik koherens tomografi gibi tanısal tetkikler ile doğrulanır. Arka uvea melanomu tanısı, dilatasyonlu fundus muayenesinde klasik olarak pigmente, kubbe şeklinde kitlenin tespit edilmesiyle konur. Tümör A-mod ultrasonografide düşük-orta yansıma özelliği gösterirken, B-mod ultrasonografide hiperekoik ve akustik boşluk görünümü veren göz içi kitlesi şeklinde görülür. Şüpheli pigmente koroidal bir lezyonun yönetimi, lezyonda büyümenin gösterilmesi, kalınlığın 2 mm’den büyük olması, semptom, subretinal sıvı ve turuncu pigment mevcudiyeti, optik diske 3 mm’den daha yakın mesafede bulunması, halo ve druzen bulunmaması gibi koroidea melanomuna dönüşüm lehine risk faktörleri göz önüne alınarak belirlenir. Son yıllarda meydana gelen tanı ve tedavideki gelişmeler tedavide enükleasyondan, transpupiller termoterapi, radyoterapi gibi göz koruyucu tedavi seçeneklerine kaymaya sebep olmuştur. Tedavi öncesinde tümörden ince iğne aspirasyon biyopsisinin genetik değerlendirilmesiyle prognoz öngörülebilir ve metastatik hastalığa yönelik tedaviyi ve önlemeyi hedef alan klinik çalışmalar için yüksek riskli hastalar belirlenebilir.
Giriş
Epidemiyolojik Özellikler
Melanom, melanositlerden köken alan kötü huylu bir tümördür ve vücutta deriden (%91), göz ve göz çevresi dokulardan (%5), mukozalardan (%1) kaynaklanabilir.1 Yüzde iki olguda ise kaynak belirlenememektedir.1 Göz melanomları uveada (%85), kapaklar/orbitada (%10) ve konjonktivada (%5) görülebilmektedir.1,2 Uvea melanomu erişkinlerde en sık görülen birincil göz içi kötü huylu tümördür ve %90’ı koroideada, %7’si siliyer cisimde, %2’si iriste ortaya çıkmaktadır.3 Tümörün görüldüğü bireylerde ortalama tanı yaşı 60 olup, erkeklerde milyonda 4,9, kadınlarda ise milyonda 3,7 olarak görüldüğü hesaplanmaktadır.4,5,6,7
Son yirmi yılda tedavide yaklaşım, enükleasyondan gözü koruyucu tedavilere doğru kaymış olsa da 5 yıllık sağkalım oranı bu süreçte sabit kalmıştır (yaklaşık %81,6). Gözü koruyucu tedavileri tercih etme yönünde eğilime ek olarak küçük melanom olarak sınıflanabilecek tümör grubunda da izlem yerine daha erken aşamada tedavi uygulama eğilimi artmıştır.4,7
Predispozan Faktörler
Uvea melanomu gelişiminde konağa ait olan ve çevresel faktörler etkili olmaktadır.
- Konağa Ait Faktörler
Uvea melanomu için başlıca risk faktörleri beyaz ırk, açık ten ve açık iris rengi olarak sayılmaktadır.8
Melanomla İlişkili Melanositik Lezyonlar
Koroidea Nevüsü: Otuz yaş üstü bireylerin %3’ünde koroideada nevüs görülebilir ve yapılan çalışmalarda her yıl 4300-8845 nevüs olgusunun bir tanesinde koroidea melanomuna dönüşüm gelişebileceği ileri sürülmektedir.9,10
Oküler/Okülodermal Melanositozis:Oküler veya okülodermal melanositozis siyah ırk, Hispanik ve Asya toplumunda daha sık görülen episklera, uvea ve derinin hiperpigmentasyonu ile karakterize bir durumdur. Beyaz ırkta %0,04 oranında görülmekle birlikte her 400 olgudan birinde uvea melanomu gelişeceği kabul edilmektedir.11
Kutanöz Nevüs:Yapılan olgu-kontrol çalışmaları kutanöz nevüs varlığının uvea melanomu için risk faktörü olabileceğini, aynı şekilde displastik nevüs sendromu olgularında da uvea melanomu görülme oranında artış olduğunu göstermişlerdir.12,13 Bu durum uvea melanomu olgularının dermatolojik açıdan da değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Ailesel Uvea Melanomu: Son dönemde germline BAP1 mutasyonu görülen bazı olgularda otozomal dominant geçişli herediter kanser sendromu tanımlanmıştır. Bu mutasyonu taşıyan hastalarda uvea melanomu, deri melanomu, atipik spitz tümörleri, mezotelyoma, menenjiyoma, akciğer adenokarsinomu ve diğer birçok kanser türünün görülme sıklığında artış izlenmiştir.14,15
- Çevresel Faktörler
Güneş ışığı: Deri melanomunun aksine ultraviyole ışınlarının özel bir durum olarak kaynak işçileri dışında uvea melanomu gelişiminde rol aldığı gösterilmemiştir.13,16
Diyet, Sigara ve Alkol Tüketimi: Bugüne kadar diyet, sigara ve alkol tüketiminin uvea melanomu görülme oranına etkili olduğunu gösteren bir çalışma yoktur.
Uvea Melanomunda Tanı Yöntemleri
Uvea melanomunda tanı esas olarak biyomikroskopi ve indirekt oftalmoskopi aracılığıyla yapılan klinik muayeneye dayanır. Onkolojinin temel ilkelerinin aksine, göz içi neoplastik lezyonların tanısında histolojik ve sitolojik değerlendirme rutin olarak kullanılmaz. Renkli fundus fotoğraflama, ultrasonografi (USG), fundus flöresein anjiyografi (FFA), indosiyanin yeşili anjiyografi (İSYA), optik koherens tomografi (OKT), fundus otofloresans (FOF), ultrason biyomikroskopi (UBM) gibi yardımcı testler tanıyı doğrulamak amacıyla kullanılabilir. İnce iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) tanının klinik olarak belirsiz olduğu durumlarda kullanılabilir ve deneyimli bir oküler patoloğun değerlendirmesi ile tanı kesinleştirilebilir. Günümüzde küçük, şüpheli pigmente koroidea lezyonlarının takibi ve ne zaman tedavi edilmesi gerektiği konusunda kesin endikasyonlar olmaması ve uvea melanomu olgularında metastatik hastalık açısından en önemli prognostik faktörlerden birinin artık sitogenetik bulgular olduğunun anlaşılması üzerine tanı sonrası biyopsi daha sık kullanılmaya başlanmıştır.17,18
Uvea melanomunda tanısal gecikmeleri araştıran çalışmalar, bu lezyonların %28-37 oranında ilk muayenede tespit edilemediğini göstermiştir. Bu nedenle arka segmentte herhangi bir patolojiyi düşündüren; fotopsi, metamorfopsi, görme kaybı gibi semptomları bulunan tüm hastalarda pupil dilatasyonu ile ayrıntılı fundus muayenesi mutlaka yapılmalıdır.19,20,21,22
Arka uvea melanomu (siliyer cisim ve koroidea melanomu) klasik olarak kahverengi kubbe şeklinde kitle olarak görülmekle birlikte mantar şeklinde (%20) veya yaygın tipte (%5) görülebilir. Tümör %55 oranında pigmente, %15 oranında pigmentsiz ve %30 oranında pigmentli ve pigmentsiz alanların birlikte olduğu kitle şeklinde olabilir.3,23
En sık alt kadranda (%45) görülen iris melanomları %82 olguda pigmentedir ve nodüler, yaygın, balık yumurtası (tapioka) olmak üzere üç ayrı konfigürasyonda büyüme gösterebilirler.24
Klinik muayenede gözle kolayca görülebilen iris melanomlarının aksine siliyer cisim melanomları, özellikle küçük olduklarında, iris arkasında kalabilirler ve zorlukla farkedilebilirler. Aynı şekilde koroidea melanomları, pupil dilatasyonu sonrası fundus ayrıntılı incelenmez ise gözden kaçabilir. Renkli fundus fotoğraflama büyüklük ve lokalizasyonlarının belgelenmesi, takiplerde, başta büyüme olmak üzere kötü huylu bir tümöre dönüşüm bulgularının değerlendirilmesi açısından çok önemlidir.
Arka uvea melanomları klinik uygulamada ve çalışmalarda genellikle tümör kalınlığı esas alınarak sınıflandırılırlar. Bu sınıflamaya göre kalınlığı 3 mm’ye kadar ve en geniş taban çapı 16 mm’ye kadar olan tümörler küçük, kalınlığı 3,1-8 mm arası ve en geniş taban çapı 16 mm’ye kadar olan tümörler orta, kalınlığı 8 mm’den büyük ve en geniş taban çapı 16 mm’den büyük tümörler büyük melanomlar olarak adlandırılırlar.23,25 USG ölçümlerinde tümör kalınlığında her 1 mm artışın metastaz riskini %5 arttırdığı kabul edilmektedir.23 Kanser evrelemesi, klinik, patolojik ve genetik faktörler göz önüne alınarak hastalığın yayılım derecesinin sınıflandırılmasıdır. American Joint Committee on Cancer tarafından yapılan sınıflamada tümörün boyutları T grubunda (1-4), lenf nodu tutulumu N grubunda (NX, N0, N1) ve uzak metastaz varlığı M grubunda (MX, M0, M1a, M1b, M1c) değerlendirilir ve belirtilir (Tablo 1). Arka uvea melanomu olgularında T, öncelikli olarak tümör taban çapı ve kalınlığına göre (T1, T2, T3, T4) sınıflandırılır, alt gruplar ise siliyer cisim tutulumu ve sklera dışı yayılım mevcudiyetine göre (a, b, c, d, e) belirlenir. Yapılan çalışmalarda bu sınıflama ile de prognozun öngörülebileceği gösterilmiş olup, beş yıllık sağkalım oranı T1 tümörlerde %100, T2 tümörlerde %90,4, T2a tümörlerde %63,6, T3, T3a ve T4 tümörlerde %50 olarak bildirilmiştir.26 Arka uvea melanomlarında ise 10 yıllık metastaz oranı T1 tümörlerde %15, T2 tümörlerde %25, T3 tümörlerde %49 ve T4 tümörlerde %63 olarak bulunmuştur.27
Küçük melanomlar düz ya da kubbe şeklinde olabilirler. Zamanla gelişen Bruch membran rüptürü melanoma patognomik olan mantar şeklini verir, bu görünüm USG’de kolayca değerlendirilebilir. Tümör Bruch membran rüptürü sonrası retinayı infiltre ederse vitreus hemorajisi görülebilir.28
USG uvea melanomu tanısında klinikte en sık kullanılan yardımcı testtir. Tümör A-mod USG’de klasik olarak düşük-orta iç yansıma özelliği gösterir ve B-mod USG’de akustik olarak içi boş mantar ya da kubbe şeklinde koroidea kitlesi olarak görülür. A-modda tümör içinden yansıyan düşük-orta dalgaların (dikenler) yüksekliği skleraya doğru azalır, bu modda tipik olarak yüksek yansıma özelliği veren koroidea hemanjiomundan ayrımı yapılabilir. B-modda tümör hiperekoik kitle şeklinde görülür ve yansıma çevresini saran koroideadan daha düşük kalarak akustik boşluk görünümünü verir, ayrıca koroideada çanaklaşma izlenebilir. Bu özellik daha çok büyük tümörlerde görülür ve ek olarak orbital gölgelenme izlenebilir.29,30 USG aynı zamanda göz dışı yayılımın değerlendirilmesinde faydalıdır, yayılımın olduğu alanlar normal orbital dokularla karşılaştırıldığında düşük yansıma veren bölgeler şeklinde değerlendirilirler.28
Siliyer cisim melanomlarında tümörün tespitinin zorluğu açısından UBM kullanışlı bir tekniktir. Tümör yüzeyinde görülen hiporeflektif plak, tümöre özel vasküler yapı, orta iç yansıma ve eğer mevcutsa göz dışı yayılım bu teknikle değerlendirilebilen özelliklerdir.31 Ön segment OKT, iris ve siliyer cisim melanomları görüntülemesinde kullanılmakta olan yeni bir tekniktir ancak derin dokulara penetrasyon zorluğu nedeniyle USG ile elde edilen sonuçlar alınamaz.32 Bu yardımcı görüntüleme yöntemleri yokluğunda transillüminasyon, goniyoskopi ve hasta, tümör yönüne bakarken yapılacak oblik biyomikroskopi siliyer cisim melanomlarında yardımcı olabilir.28
Uvea melanomları koroidea dolaşımına ek olarak kendi iç dolaşımlarına sahiptirler. Günümüzde tanının doğrulanması açısından bu çift dolaşımın veya tümör damarlarından sızıntının gösterilmesi nadir olarak gerekir. Bu özelliklerin görüntülendiği FFA ayırıcı tanıda var olan başka lezyonlar düşünüldüğünde ön plana çıkan bir tekniktir. Ayrıca brakiterapi sonrası gelişen radyasyon retinopatisi, radyasyon makülopatisi gibi komplikasyonların tanı ve takibinde kullanılmaktadır.
Oküler onkolojide OKT tanı, tedavi planında ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde yardımcı test olarak kullanılabilir. Spektral-domain OKT ile koroidea melanomunda lezyon üzerindeki retina ve retina pigment epiteline ait değişiklikler ayrıntılı olarak değerlendirilebilir. Koroidea melanomlarının çoğunda boyut nedeniyle koroidea nevüsünden kolaylıkla ayrım yapılabilirken, özellikle kalınlığı 3 mm altında olan lezyonlarda bu ayrım bazen zorlaşabilir. Bu olgularda, melanoma dönüşüm lehine kabul edilen yüksek risk faktörlerinden biri olan subretinal sıvı tespitinde OKT yardımcı olabilir.33,34,35 Teknolojik ilerlemeler sonucunda enhanced depth imaging gibi yeni görüntüleme teknikleri ile koroidea ve sklera gibi daha derin dokular incelenebilmektedir. Bu teknik ile koroidea nevüsü kubbe şeklinde ya da düz, tümörün pigmentasyonuna bağlı olarak derin koroidal gölgelenmeye neden olan lezyon olarak izlenir. Kitle üzerinde retina pigment epitelinde atrofi veya kayıp, bu bölgede koryokapillariste sıkışma ve fotoreseptör kaybı görülebilir. Koroidea melanomunda ise bütün bu sayılan özellikler görülebilmekle birlikte yapılan çalışmalar pürüzlü görünümde fotoreseptörler ile subretinal sıvının özellikle nevüs melanom ayrımında koroidea melanomu lehine olduğu gösterilmiştir (Resim 1).33,34,35
FOF görüntülemede, pigmentli tümörün kendisi orta derecede hipofloresans özellik gösterirken, pigmentsiz (amelanotik) tümörlerde orta derece hiperfloresans izlenir. Bu özelliklerden bağımsız olarak her iki tip tümörde, turuncu pigment, druzen ve subretinal sıvıya bağlı olarak hiper otofloresans izlenebilir. Turuncu pigment varlığı, hiperotofloresans özellik gösteren alanların klinik muayenede şüpheli olarak görülen alanlarla karşılaştırma yapılarak saptanabilir. Ayrıca lezyon üzerinde hipootofloresans özellik gösteren retina pigment epitel hiperplazisi, atrofisi ve fibröz metaplazi, hiperotofloresans özellik gösteren druzen izlenebilir, bu bulgular kronik, stabil nevüs lehine yorumlanabilir.36
Bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) katarakt, vitreus hemorajisi veya retina dekolmanı gibi media opasitesi bulunan olgularda, klinik muayenede tümörü görmenin zor olduğu durumlarda kullanılır. Özellikle kataraktın tek taraflı olduğu olgular uvea melanomu açısından dikkatle değerlendirilmeli ve siliyer cisim melanomunun lense bası yaparak tek taraflı, asimetrik katarakta neden olabileceği akılda tutulmalıdır.30 Tek taraflı hipermatür katarakt olgularında lensin oblik görüntülenmesinden dolayı siliyer cisim melanomu ile uyumlu görünüm alınabileceği unutulmamalıdır. Bu noktada, hipermatür kataraktın neden olduğu pseudomelanom ayrımı USG’de kitleyi önde ve arkada sınırlayan ekodens bir korteks varlığı, tümörün uvea dokusu ile devamlılığı olmaması ve ring melanom gibi 4 kadranda görüntülenmesi ile yapılabilir.37 Media opasitesi nedeniyle görsel olarak kitlenin değerlendirilemediği olgularda ilk seçenek USG olmalı, hala ayırıcı tanı yapılamıyorsa BT ve MRG tercih edilmelidir. Bu görüntüleme teknikleri aynı zamanda göz dışı yayılımın değerlendirilmesinde de önemli rol oynamaktadır. BT’de hafif-orta düzeyde kontrast tutan, keskin sınırlı, hiperdens kitle şeklinde izlenir. Tümör, MRG’de tipik olarak T1 ağırlıklı görüntülerde hiperintens, T2 ağırlıklı görüntülerde hipointens sinyal verir ancak aynı özelliğin göz içinde kitleyi taklit edebilecek sınırlı bir hemorajide, subakut dönemde görülebileceği unutulmamalıdır. Özellikle pigmentsiz (amelanotik) melanomların ayırıcı tanısında yer alan sınırlı koroidea hemanjiomu, MRG’de T1 ağırlıklı görüntülerde koroidea melanomu gibi hiperintens sinyal verirken, T2 ağırlıklı görüntülerde vitreus ile aynı değerde izointens sinyal verir. Tanı aşamasında bu görüntüleme yöntemleri ile değerlendirme şart olmamakla birlikte eğer tedavide proton ışın tedavisi veya stereotaktik radyoterapi (SRT) kullanılacaksa planlama açısından gereklidir.28
Göz içi tümörlerinden biyopsi birçok yolla yapılabilir. Ön segment tümörlerinde aköz hümör örneklemesi, İİAB, insizyonel biyopsi ve eksizyonel biyopsi yoluyla değerlendirme yapılabilir. Arka segment tümörlerinde İİAB (transskleral, transvitreal, transkamaral), vitrektomi yaklaşımıyla biyopsi, endorezeksiyon veya transskleral rezeksiyon aracılığıyla insizyonel ya da eksizyonel biyopsi uygulanabilir.38
Tümör çoğalma zamanını inceleyen çalışmalar koroidea melanomu tanısı konmadan bir kaç yıl önce mikrometastazların gerçekleştiğini ileri sürmektedir.39,40 Uvea melanomları deri melanomlarının aksine, konjonktivayı invaze etmedikçe kan yoluyla yayılır ve göz dışı yayılım vorteks venleri veya emiser kanallar acılığıyla olmaktadır.41 Küçük melanomlar genellikle öncesinde büyüme açısından takip edilen küçük nevüslerdir ve tanı konulmuş uvea melanomlarının %6-8’i daha önce tanı konmuş nevüslerden gelişen lezyonlardır.21,28 Uvea melanomu tanısı alan hastaların bir çoğunun daha önce hiç göz muayenesi olmadığı kabul edilirse kuşkusuz bu oran daha çok olacaktır. Singh ve ark.42 tarafından yapılan çalışmada koroidea nevüsünde malignite yönünden değişim ortalama 8845 olguda 1 olarak bulunmuştur. Bu noktada klinisyen mevcut bir koroidea nevüsünü bugüne kadar literatürde tanımlanmış büyüme lehine risk faktörlerini göz önünde alarak takip etmelidir. Şüpheli pigmente koroidea lezyonlarında büyüme ve dolayısıyla melanoma dönüşüm lehine sayılabilecek yüksek risk faktörleri semptomların varlığı, tümör kalınlığının 2 mm’nin üzerinde olması, subretinal sıvı ve turuncu pigment varlığı, optik diske uzaklığın 3 mm’den az olması, B-mod USG’de akustik boşluk özelliği göstermesi, lezyon çevresinde depigmente halka olmaması olarak tanımlanmıştır.43,44,45
Arka uvea melanomu retinadan, retina pigment epitelinden ve koroideadan kaynaklanan pek çok lezyonla karışabilir. Yapılan çalışmalarda ve olgu bildirimlerinde en çok karışan lezyonlar sıklık sırasına göre koroidea nevüsü, periferik eksudatif hemorajik koriyoretinopati, konjenital retina pigment epitel hipertrofisi, retina veya retina pigment epitelinin hemorajik dekolmanı, sınırlı tip koroidea hemanjiomu ve yaşa bağlı makula dejeneresansı olarak belirlenmiştir.46 Yaşa bağlı makula dejeneresansı, makula dışında yer alan diskiform lezyonlar, spontan subretinal hemoraji, polipoidal koroidal vaskülopati ve arteriyel makroanevrizma gibi hemoraji ile seyredebilecek birçok lezyon koroidea melanomunu taklit edebilir. Klinik muayenede yaşa bağlı makula dejeneresansı olgularında diğer gözde makulada değişiklikler görülebileceği, koroidea melanomuna ait iç dolaşımın gösterilmesi açısından FFA ve İSYA gibi testlerin ayırıcı tanıda yol gösterebileceği unutulmamalıdır.46
Uvea melanomunda prognoz açısından klinik risk faktörleri ileri yaş, erkek cinsiyet, artmış tümör büyüklüğü, siliyer cisim ve koroideada tümör yerleşimi, yaygın büyüme paterni, göz dışı yayılımın bulunması ve AJJC sınıflamasına göre tümörün grubunu, histopatolojik risk faktörleri epitelioid hücre tipi, artmış mitotik aktivite, tümörde artmış makrofaj ve lenfosit infiltrasyonu, insan lökosit antijeni ve insülin benzeri büyüme faktör reseptörü-1 ekspresyonu ve ekstra-vasküler matriks patern tiplerini içermektedir.3,23,47,48 Callender49 ilk defa 1931 yılında uvea melanomlarını iğsi hücreli alt grup A, iğsi hücreli alt grup B, fasiküler tip, epitelioid hücreli tip ve miks tip melanom olarak histolojik açıdan sınıflamış, bu sınıflama daha sonra McLean ve ark.50 tarafından yeniden düzenlenmiştir.49,50,51 Bu düzenlemeye göre günümüzde uvea melanomu histolojik açıdan iğsi hücreli tip, epitelioid tip ve karışık hücreli tip olmak üzere üçe ayrılır. Epitelioid hücreli melanomun kötü, iğsi hücreli melanomun ise iyi prognoz ile ilişkili olduğu kabul edilmektedir.
Coupland ve ark.52 847 uvea melanomu olgusunu metastaza bağlı ölümler açısından değerlendirdikleri çalışmada tümör taban çapı, epitelioid hücrelerin varlığı, mitotik oran ve göz dışı yayılımı prognozun ön görülmesinde rol oynayan klinik ve histopatolojik faktörler olarak tanımlamışlardır. Eskelin ve ark.53 tümör katlanma zamanını araştırmışlar ve klinik olarak belirgin metastazların en çok tedavi sonrası 5 yıllık dönemde meydana geldiğini ancak mikrometastazların tedavi öncesi dönemde başladığını, bununla birlikte tedaviden 25 yıl sonrasında bile metastaz görülebileceğini ileri sürmüşlerdir.
Tümör ve mikroçevre özelliklerinin immünohistokimyasal teknikler ile daha iyi anlaşılması üzerine yapılan çalışmalarda uvea melanomu hücrelerinde kemokin reseptör-7 güçlü ekspresyonu saptanmış ve sistemik metastaz ile ilişkili oluğu gösterilmiştir.54,55
Ayırıcı Tanı
İris, siliyer cisim ve koroidea melanomları olarak gruplandırılan uvea melanomlarında ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken lezyonlar özetlenecek olursa; iriste şüpheli bir lezyonda iris melanomundan başka olabilecek tanılar arasında iris nevüsü, iris pigment epitel kisti, stromal iris kisti, iriste metastatik kitle, melanositom, iris atrofisi ve Cogan-Reese sendromu başta gelir. Siliyer cisim tümörlerinde ise ayırıcı tanıda akla gelen lezyonlar arasında melanomla birlikte stafilom, medulloepitelyoma ve leiomyoma bulunmaktadır. Uvea melanomlarının büyük çoğunluğunu oluşturan koroidea melanomları bir çok lezyon tarafından taklit edilebilir. Bu lezyonlar başta koroidea nevüsü, koroidea metastazı, koroidea hemanjiyomu, osteom olmak üzere koroidea tümörleri, hemoraji ile seyredebilecek yaşa bağlı makula dejeneresansı, hemorajik koroid dekolmanı gibi durumlar, konjenital retina pigment epitel hipertrofisi, retina pigment epitel adenokarsinomu gibi retina tümörleri, arka sklerit gibi inflamatuvar lezyonlardır.
Uvea Melanomu ve Sistemik Metastaz
Shields ve ark.24 tarafından 8033 uvea melanomu olgusunun değerlendirildiği çalışmada, sistemik metastaz oranı 3, 5 ve 10 yıllık takiplerde sırasıyla %8, %15, ve %25 oranında bulunmuştur. Tümör boyutlarına göre incelendiğinde metastaz oranları 10 yılda küçük tümörlerde %12, orta tümörlerde %26, büyük tümörlerde %49 oranında görülmüştür. Collaborative Ocular Melanoma Study (COMS) çalışması sonuçlarına göre, koroidea melanomlarında tümör boyutundan bağımsız olarak, 5 ve 10 yıllık metastaz oranı sırasıyla %25 ve %34’tür.56 Yaş faktörü göz önüne alınarak metastaz oranları incelendiğinde 10 yıllık takipte 11-20 yaş arası uvea melanomu olgularında %10, 41-50 yaş arası olgularda %21, 71-80 yaş arası hastalarda %30 oranında sistemik metastaz bildirilmiştir. Bu sonuçlar uvea melanomu olgularında yaşla birlikte sistemik metastaz oranının arttığı görüşünü desteklemektedir.3 Sistemik metastaz en sık karaciğer (%93), akciğer (%24) ve kemikte (%16) görülür.56 Metastaz geliştikten sonra sağkalım süresi metastazın olduğu bölgeye bağlıdır. Karaciğer metastazı gelişen olgularda ortalama sağkalım 4-6 ay olmakla birlikte 1 yıllık sağkalım %10-15 arası değişmektedir. Karaciğer dışında herhangi bir bölgeye metastaz geliştikten sonra ortalama sağkalım süresi 19-28 ay olarak bildirilmiştir.57,58
Uvea Melanomu, Prognoz
Günümüzde prognozu etkileyen faktörler arasında tümör boyutu en önemli faktör olarak kabul edilse de histopatolojik faktörlerin etkisi ve son yıllarda klinik kullanıma girmiş genetik faktörler büyük önem kazanmıştır.
Genetik Belirteçler
Sitogenetik ve Moleküler Sitogenetik
Tanı ve tedavide ulaşılan tüm gelişmelere rağmen uvea melanomu ölümcül bir tümördür ve uzun dönem takiplerde hastaların yaklaşık yarısında sistemik metastaz görülmektedir.23 Son 20 yılda yürütülen çalışmalar, uvea melanomu ve buna bağlı sistemik metastaz gelişiminde rol alan mutasyonlar ve bu mutasyonların moleküler temeli üzerine yoğunlaşmıştır. Uvea melanomunda meydana gelmiş genetik değişiklikler, geleneksel karyotipleme, tek nükleotid polimorfizmi, floresan in situ hibridizasyon, mikrosatellit analizi ve karşılaştırmalı genomik hibridizasyon gibi yöntemlerle deoksiribonükleik asit (DNA) düzeyinde, gen ekspresyon profillemesi (GEP) ile ribonükleik asit (RNA) düzeyinde çalışılmıştır.59,60,61,62,63
DNA tabanlı çalışmalarda, uvea melanomu patogenezinde kötü prognoz ile ilişkilendirilen ilk kromozomal değişiklik kromozom 3 monozomisidir.64,65,66 Daha sonra yapılan çalışmalarda bu kromozomal değişiklik epiteloid hücre tipi, mikrovasküler loop mevcudiyeti, taban çapı, siliyer cisim tutulumu ve metastaza bağlı ölüm ile bağlantılı bulunmuştur.59,60 Üçüncü kromozomda kayba genellikle sekizinci kromozomun uzun kolunda (8q) kazanım eşlik etmektedir.64,66,67 Sekizinci kromozomun uzun kolunda kazanımın özellikle monozomi 3 ile birlikte olduğunda yüksek metastaz riskiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir.68,69 Damato ve ark.68 “multiplex ligation dependent probe amplification” yöntemini kullanarak inceledikleri 452 koroidea melanomu olgusunda, dizomi 3 özelliği gösteren hastalar ile sadece monozomi 3 ve monozomi 3 ile 8q kazanımı birlikte olan hastaları karşılaştırmışlar, 10 yıllık melanoma ilişkili mortalite oranlarını sırasıyla %0, %55 ve %71 bulmuşlardır.
Tanımlanmış diğer değişikler arasında 1. kromozomun kısa kolunda (1p) kayıp, 6. kromozomun uzun kolunda (6q) ve 8. kromozomun kısa kolunda (8p) kazanım bulunmaktadır.70 Üçüncü kromozomda herhangi bir değişiklik bulunmayan olgularda genellikle 6. kromozomun kısa kolunda kazanım (6p) bulunur ve iyi prognozla ilişkili olduğu kabul edilmektedir.71,72 Karyotip analizi ile histopatolojik özelliklerin bir arada değerlendirildiği bir çalışmada sklerayı aşan göz dışı yayılıma kromozom 3 kaybı ve 8q kazanımı eklendiğinde metastazsız sağkalımın önemli oranda azaldığı gösterilmiştir.73
Moleküler Genetik
GEP çalışmaları ile bir çok gende mesajcı RNA (mRNA) ekspresyonu değerlendirilmiştir ve RNA tabanlı bu çalışmalarda uvea melanomu iki gruba ayrılabilir; düşük metastaz riski bulunan hastalar (sınıf 1), yüksek metastaz riski bulunan hastalar (sınıf 2).62,63,74 Bu sınıflamanın öncüsü olan Onken ve ark.63 düşük metastaz potansiyeli sınıf 1’de 8 yıllık sağkalım oranını %95, yüksek metastaz potansiyelli sınıf 2’de %31 olarak bulmuşlardır. Daha sonra klinikte daha kolay uygulanabilecek standardize edilmiş bir test bulmak amacıyla tekniklerini polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) tabanlı, 12 diskriminant gen ve 3 kontrol geninde mesajcı mRNA ekspresyonunun çalışıldığı tekniğe taşımışlardır.63,75 Trolet ve ark.76 86 uvea melanomu ve 66 karaciğer metastazı bulunan olguyu değerlendirdikleri array tabanlı karşılaştırmalı genomik hibridizasyon calışmasında bildirdikleri önemli sonuçlardan biri sınıf 1 olarak tanımlanan grupta %14 oranında karaciğer metastazı görülmesidir.
Uvea melanomunda moleküler yolakları daha iyi anlamak üzere tümör süpresyonu, G protein aracılı sinyal iletimi, adezyon moleküllerinin ekspresyonu ve retinoik asit cevabı gibi bir çok basamak üzerinde çalışılmıştır. Ailesel olgular tüm uvea melanomu olgularının %1’inden azında görülmüş olmasına rağmen, bu olgularda yapılan çalışmalar başlıca BAP1 germline mutasyonu olmak üzere bir çok mutasyon olduğunu ve bu mutasyonların ailesel geçişten sorumlu olabileceğini göstermiştir.14,15
Mitojen aktive protein kinaz (MAPK) yolağının aktivasyonu özellikle melanositik neoplaziler olmak üzere bir çok kanser türünün gelişiminde önemli role sahiptir.77 Çeşitli mekanizmalar ile aktifleşebilen bu yolağın RAS ve B-RAF gen mutasyonları aracılığı ile aktivasyonu özellikle deri melanomlarında sık görülür ancak uvea melanomunda MAPK yolağı aktivasyonu bildirilmiş olmasına rağmen B-RAF veya RAS mutasyonu nadir görülmektedir. Bu durumu kullanılan tekniklerin başarısızlığına bağlayıp, B-RAF mutasyonlarının uvea melanomlarında tespit edilebildiğini ileri süren çalışmalar mevcuttur.77,78,79
G protein kenetli reseptörler ile çalışan G proteinlerinin çeşitli alfa (α) alt birimleri vardır ve bu alt birimlerden Gq ya da diğer adıyla Gαq/11, GNAQ ve GNA11 genleri tarafından kodlanır. Bu genlerde mutasyon protein kinaz C (PKC), MAPK yolaklarında aktivasyona neden olur. Daniels ve ark.80 büyük melanom olgularının %91’inde GNAQ (%47) ve GNA11 (%44) mutasyonları olduğunu, Van Raamsdonk ve ark.81 ise Ota nevüsü ve uvea melanomu olgularında GNAQ mutasyonu varlığını göstermiştir. GNAQ ve GNA11 alt birimlerinde görülen mutasyonlar mitojen ile etkinleştirilen kinaz (MEK), fosfoinozitid 3-kinaz/protein kinaz B, PKC ve evet ilişkili protein ilişkili yolakların aktivasyonuna neden olmaktadır ve bu yolakları hedef alan klinik çalışmalarda artışa mevcuttur. Bu onkojenik mutasyon, iyi huylu uvea nevüslerinde olduğu gibi tümörogenezin erken safhalarında görülmektedir ve moleküler sınıflama (sınıf 1 veya 2) ya da metastaz ile ilişkisi yoktur.81,82,83,84,85 Klinik çalışmalarda metastatik uvea melanomu olgularında MEK yolağını hedef alan inhibitör ajan selumetinib kullanımının temozolomid ile karşılaştırıldığında sağkalımı arttırdığı gösterilmiştir.86
BRCA1 ilişkili protein 1 (BAP1) geni 3. kromozomda (3p21) bulunmaktadır ve kanser hücrelerinde tümör baskılayıcı aktivitenin sorumlularından olan ve bazı proteinlerin aktivitesini ubikitini uzaklaştırarak kontrol eden, ubikitin karboksi terminal hidrolaz enzimini, diğer adıyla BRCA1 ilişkili protein 1’i (BAP1) kodlar. Örnek olarak histon H2A bazı spesifik genlerin ekspresyonunu düzenler ve BAP1 tarafından yapısından ubikitinin uzaklaştırılması tümör baskılayıcı fonksiyonda kritik bir role sahiptir. Bu genin somatik mutasyonu meme, akciğer kanseri, mezotelyoma olmak üzere bir çok kanserde görülür ve germline mutasyonu ise ailesel melanom ve mezotelyoma olgularında gösterilmiştir.86,87
BAP1 mutasyonunun tümorogenezin geç safhalarında görüldüğü, hücrenin fenotipinde değişikliğe yol açtığı ve olguların %84’ünde metastatik davranışla ve sınıf 2 genetik yapı ilişkili olduğu bulunmuştur.88,89 Bu sonuçlar BAP1 yolağının, sistemik metastazın önlenmesi ve tedavisi üzerine yapılan çalışmalarda hedef olabileceğini göstermektedir.
Yukarıda belirtilen mutasyonlardan farklı olarak, ‘splicing factor 3b subunit 1’ (SF3B1) mutasyonları uvea melanomlarında %19 oranında bulunmuş ve iyi prognozla ilişkilendirilmiştir.90 Bu gende mutasyon tümörogenezin geç evrelerinde görülür ve sınıf 1 genetik yapı ile ilişkilendirilmiştir. Ancak bu mutasyonun ve dizomi 3’ün birlikte görüldüğü melanomlarda, uzun dönem takiplerde geç metastazların olduğu belirlenmiştir. (Koopmans AE, Prognostic implications of acquired genetic changes in uveal melanoma. Yayınlanmamış veri, Erasmus Üniversitesi, Rotterdam, Hollanda.)
İyi prognozla ilişkilendirilen bir diğer mutasyon ‘eukaryotic translation initiation factor 1A’ (EIF1AX) mutasyonu olup uvea melanomlarında %24 oranında bildirilmiştir.91
Uvea Melanomunda Tedavide Yaklaşım
Uvea melanomunda tedavi, tanı konulduğu anda başlar ve sadece göz içindeki tümörün tedavisi ile sınırlı değildir. Günümüzde klinik kullanıma girmiş prognostik faktörlerin tayini ve gerekiyorsa sistemik hastalığa yönelik profilaktik tedavilerin planlanması, tedavi sonrası öncelikli olarak nüks daha sonra tedaviye bağlı oluşabilecek oküler yan etkiler açısından takip ve gerekirse tedavi, görme fonksiyonlarının değerlendirmesi ve uygun tedavi seçenekleri ile görme rehabilitasyonu, metastaz riski nedeniyle rutin sistemik değerlendirme ve psikiyatrik değerlendirme bu hastalığın yönetimi kapsamındadır. Bu basamaklardan birinin atlanması, tümörün tedavisi başarı ile sonuçlanmış olsa dahi hayati kayıplara neden olabilecek düzeyde başarısızlığa sebep olabilir.
Tedavi aşamasında günümüzde kabul gören ve klinik uygulamaya girmiş olan anlayış, öncelikle prognozu etkileyecek faktörleri doğru şekilde değerlendirmek, sonrasında bu faktörleri de göz önüne alarak, hem tümör kontrolünü sağlayacak hem de sağlıklı dokuların en az etkileneceği tedavi seçeneklerinden birine veya bir kaçına karar vermektir. Tedavi seçeneklerinden hangisinin uygun olduğu ve kullanılacağı tümörün boyutu, lokalizasyonu ve yayılımına göre hastanın istekleri ve beklentisi, tedaviye uyum şartları göz önüne alınarak karar verilir.
Prognoz; hastaya ait genetik faktörlerin belirlediği prognoz ve uygulanacak tedavi seçeneğine bağlı oküler ve sistemik prognoz başlıkları altında incelenebilir.
Sistemik metastaz bulunmayan uvea melanomunda tedavi seçenekleri başlıca gözü koruyucu tedaviler ve enükleasyon olmak üzere iki başlık altında incelenmektedir. Yapılan çalışmalar son 30 yılda uygulanan tedavi yöntemlerinin gelişmesine, gözü koruyucu tedavilerin ağırlık kazanmasına rağmen sağkalım oranlarının değişmediğini göstermiştir ki bu durum gözde başarılı bir lokal tedavinin sağkalımı etkilemediğini şeklinde yorumlanabilir. Bu nedenle yüksek metastaz riski bulunan hastanın belirlenmesi ve lokal tedavilere ek olarak destekleyici tedavilere yönlendirilmeleri önemlidir.
Primer Tümörün Tedavisi
Her tümör tedavi edilmeli mi?
Küçük, pigmente bir koroidea tümörü ile karşı karşıya kalındığında günümüze dek geleneksel yaklaşım renkli fundus fotoğraflama ile büyüme lehine bulgu saptanana kadar gözlemdir ancak tedavi gerektirecek aşamaya gelmiş bir tümörde hangi aşamada metastatik yayılıma neden olacak dönüşüm gerçekleştiği bilinmemektedir. Geç başlanmış bir tedavi metastatik yayılımla sonuçlanabilir. Aynı zamanda koroideada görülen şüpheli tümörlerin hepsinin tedavisi, özellikle küçük melanomların %30-40 oranında optik disk ve makulaya yakın olduğu göz önüne alınırsa gereksiz oküler morbidite ve görme kaybı ile sonuçlanacaktır.92
Bu nedenle küçük tümörler araştırmalarla tanımlanmış kötü huylu tümöre dönüşüm lehine risk faktörleri göz önüne alınarak değerlendirilmeli ve hasta bilgilendirilerek karar verilmelidir.43,44,45,87 Bu lezyonları gözlemek yerine günümüzde anlayış risk faktörleri mevcudiyetinde tedavi etmek yönüne kaymış, belirli aralıklarla gözlem ancak sınırlı sayıda olgu için geçerli kalmıştır.
COMS, kalınlığı 3 mm’den küçük, en geniş taban çapı 16 mm’ye kadar olan tümörleri küçük melanomlar olarak sınıflamış ve 204 koroidea melanomu olgusunu çalışmanın küçük melanom kolunda değerlendirmiştir. Takiplerde hastaların %21’inde 2. yılda, %33’ünde 5. yılda, %38’inde 7. yılda tedavi gereksinimi doğmuştur. Melanoma bağlı mortalite 5. yılda %1, 8. yılda %3,7 olarak saptanmıştır.93,94 Enükleasyon veya brakiterapinin tümörü lokal olarak tedavi etmesinin yanı sıra görme keskinliğini etkileyen sonuçları da olduğu, ayrıca küçük melanomlarda uzun dönemde melanoma bağlı mortalitenin düşük oranda izlenmesi nedeniyle tedavi kararı tartışmalıdır.
Gözü Koruyucu Tedaviler
Fotokoagülasyon
Eski yıllarda küçük koroidea melanomlarının tedavisinde fotokoagülasyon sık kullanılmış, önceleri kullanılan xenon fotokoagülasyonun yerini daha sonra argon lazer fotokoagülasyon almıştır. Xenon fotokoagülasyon ile tümör kontrolünde daha iyi sonuçlar alınmasına rağmen, argon lazer ile komplikasyon daha az görülmüştür.95 Günümüzde kalınlığı 3 mm altında ve foveaya uzaklığı 3 mm’den fazla olan küçük tümörlerde transpupiller termoterapi kullanılmaktadır.96,97,98
Transpupiller Termoterapi
Transpupiller termoterapi (TTT) küçük ve orta melanomların tedavisinde (tümör kalınlığı 4 mm’den küçük), diod lazerin kullanıldığı bir yöntemdir.96,97,98,99 Singh ve ark.100 yaptıkları meta-analiz sonucunda, küçük melanom olgularında primer TTT sonrası rekürens oranlarının ortalama %17 (%8-56) arasında olduğunu gözlemlemişler ve bunların %7’sinin sklera dışı yayılım şeklinde olduğunu bildirmişlerdir. Sonuç olarak uvea melanomlarında TTT’nin tek başına kullanılacağı olgular dikkatle seçilmeli, iyi görme prognozu vaad etse de uzun dönemde yüksek metastaz riskinin eşlik ettiği rekürensler gelişebileceği unutulmamalıdır (Resim 2).
Radyoterapi
Radyoterapi özellikle posterior uvea melanomu tedavisinde olmak üzere tüm uvea melanomu olgularında günümüzde en sık tercih edilen tedavi yöntemidir. Klinik uygulamada radyoaktif plak, dışsal ışın tedavisi ve SRT şeklinde uygulanabilir.
Brakiterapi, radyasyon kaynağının (radyoizotop) tedavi edilecek alanın içine ya da yakınına yerleştirilerek, radyoaktivitenin direkt olarak uygulanmasıdır.101 Brakiterapide kullanılan izotoplar gamma (γ) ışını veya X ışını yayan izotoplar, β partikülleri (elektron) yayan izotoplar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Oftalmik radyoaktif plak brakiterapide en sık kullanılan izotoplardan Kobalt-60, Palladium-103 ve İodine-125 γ ışını yayarken, Rutenyum-106 (Ru-106) β partikül yaymaktadır. Ru-106 plakların yalnız başına ya da TTT tedavisi ile desteklenerek, küçük ve orta tümör grubunda başarılı olduğu (taban çapı 16 mm’ye ve kalınlık 8 mm’ye kadar) gösterilmiştir (Resim 3).102
COMS çalışma kollarından biri olan orta tümör grubuna, kalınlığı 2,5-10 mm arasında, taban çapı 16 mm’den küçük olan tümörler dahil edilmiş, İ-125 plak brakiterapi ve enükleasyon uygulanan hastaların sonuçları karşılaştırılmıştır.103 On iki yıllık mortalite sonuçlarında iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Melanoma bağlı mortalite oranları 5, 10 ve 12 yıllarda plak brakiterapi grubunda sırasıyla %10, %18 ve %21 olarak bildirilmiştir. Aynı oranlar enükleasyon grubunda sırasıyla %11, %17 ve %17 olarak belirlenmiştir.
Finger ve ark.104 Palladium-103 plak kullanarak 400 uvea melanomu olgusunu tedavi ettikleri çalışmada, 51 aylık takip sonucunda metastaz oranını %6 olarak bulmuşlardır. Beş ve 10 yıllık tahmini sağkalım sırasıyla %7,3 ve %13,4 olarak hesaplanmıştır. Ru-106 plak ile tedavi edilen olguların değerlendirildiği bir çalışmada ise tümörün yerel kontrolündeki başarısızlık %3,9 oranında görülmüş olup, tahmini metastaz oranları 5 yıl için %30,9, 10 yıl için %68,2 olarak bildirilmiştir.102 Bu plak ile yapılan çalışmalar, bu izotopun kalınlığı 5 mm’den yüksek tümörlerde artmış lokal rekürens riski taşıdığını göstermiştir.106 Bu noktada kalınlığı 5 mm’den yüksek olan ve 8 mm’yi geçmeyen tümörlerde (taban çapı 16 mm geçmemek kaydıyla) Ru-106 plak brakiterapi uygulanabilir ancak tedavi tümör apeksine yapılacak TTT ile desteklenmelidir (Resim 4).102,105,106
Dışsal Işın Tedavisi
Dışsal ışın tedavisi proton, helyum gibi yüklü parçacıklar aracılığıyla veya stereotaktik yöntemlerle tümörün ışınlanmasıdır.107 Kalınlığı 14 mm’ye kadar, taban çapı 28 mm’ye kadar olan tümörler tedavi edilebilir.
Proton ışın tedavisi: Proton ışın tedavisinin brakiterapi ve fraksiyone SRT’den farkı tüm tümörün homojen dozda ışınlanması ve Bragg etkisiyle ışınların etkisinin ulaşması gereken son noktadan sonra hızla azalmasıdır.108,109 Bu nedenle normal dokular radyoaktiviteden korunurken, tümör yüksek dozda ışınlanabilir ancak ışının girdiği bölgede önde kalan dokular yüksek doz radyasyona maruz kalır. Teorik olarak tüm uvea melanomları proton ışını ile tedavi edilebilirken büyük melanomlarda görme prognozu ve gözü korunma oranları düşük düzeyde kalmaktadır.110 Üst temporal kadranda lokalize büyük tümörlerde lakrimal bezin korunması açısından ilk tercih radyoaktif plak radyoterapi yönünde olmalıdır.111 Desjardins ve ark.111 2413 uveal melanom olgusunu tedavi ettikleri seride 5 yılda %18,5, 10 yılda %26,6 oranında metastaz bildirmişlerdir. Lokal rekürens 5 yıllık takipte hastaların %4’ünde, 10 yıllık takipte hastaların %10’unda en sık tedavi sonrası ilk 3 yıllık dönemde görülmüştür. Yaklaşık 8 yıllık takip sonucunda hastaların %12’sinde kirpik kaybı, %8,5’inde retina dekolmanı, %23,4’ünde glokom, %6’sında kuru göz, %15’inde cerrahi gerektirecek katarakt, %18’inde optik nöropati ve %37’sinde makulopati görülmüştür. Ana tedaviye ek olarak tümör eğer makulaya yakın ise veya neovasküler glokom gelişme oranını düşürmek için TTT uygulanmıştır ve TTT uygulanan hastalarda rekürens görülmemiştir.
Stereotaktik Radyoterapi
SRT foton ışınları kullanarak tümörün ışınlanmasıdır. Stereotaktik radyocerrahide tedavi dozu tek seferde verilirken fraksiyone SRT toplam doz, eşit ve küçük dozlara bölünerek verilmektedir. Stereotaktik foton ışını ile tedavinin avantajı, tümörün yerini belirlemek için cerrahi bir işlem gerekmemesi, tümör sınırlarının MRG ve BT ile belirlenmesidir.112,113 Proton ışın tedavisi (yüklü parçaçık tedavisi) teorik açıdan sağlıklı dokuların radyasyon etkisinden korunması açısından daha üstün olmak ile birlikte, stereotaktik ışınlama teknikleri belirli olgularda işlem öncesi cerrahi bir işaretleme gerektirmemesi ve daha düşük maliyetli olması nedeniyle avantajlı olabilir.114,115
Stereotaktik foton ışınları ile ışınlamada teknik olarak Gamma Knife, lineer hızlandırıcı veya CyberKnife kullanılır. Bu amaçla retrobulber anestezi veya Gamma Knife için vakumlu kaplar, lineer hızlandırıcı için göz hareketini yakalayan kamera sistemleri kullanılabilir.113
Gamma Knife
İlk olarak beyin tümörlerinde kullanılan Gamma Knife, uvea melanomu tedavisinde de kullanılmış, başarılı sonuçlar bildirilmiştir.116,117 Bununla birlikte yüksek oranlarda bildirilen (%8,6-84) radyasyon retinopatisi ve neovasküler glokom nedeniyle tercih edilmemektedir.118,119,120,121 Bu teknikte ana problem gözün fiksasyonudur. Zehetmayer ve ark.122 Ru-106 plak brakiterapisi için uygun olmayan 62 uvea melanomu olgusunu tedavi ettikleri çalışmada, morbiditenin 8 mm’den yüksek tümörlerde arttığını ve kullanılan 10 Gy/fraksiyon dozunu radyasyona bağlı inflamasyon için kuvvetli risk faktörü olarak belirlemişlerdir.
CyberKnife
CyberKnife radyocerrahisi ilk olarak beyin tümörlerinde kullanılan bir teknik olmakla birlikte, günümüzde uvea melanomu olgularında kullanılmaktadır. Zorlu ve ark.123 plak radyoterapisi ve lokal rezeksiyona uygun olmayan 5 olguyu tedavi etmişler, 8 aylık takipte 3 hastada tümör boyutunda gerileme bildirmişlerdir. Aynı merkezde 163 uvea melanomu olgusu CyberKnife ile tedavi edilmiş (stereotaktik radyocerrahi/fraksiyone SRT), hastalarda ortalama 24,2 aylık takipte (2-79 ay) %74 oranında lokal kontrol, %17,2 oranında progresyon görülmüştür (Yazıcı G, ve ark. Yayına sunulmuş veri) (Resim 5).
Lineer Hızlandırıcı
Uvea melanomunun lineer hızlandırıcı kullanılarak stereotaktik ışınlaması hipofraksiyone radyoterapi şeklinde yapılır. Bunun advantajı tümör dışında sağlıklı dokuların radyasyona daha az maruz kalması ve uzun dönem etkilerden korunmasıdır. Günümüzde bu sistem için özel geliştirilen fiksasyon sistemleri ile tedavi boyunca uygun girişimsel bir işlem olmadan fiksasyon sağlanmış ve hastanın konforu ve böylece tedaviye uyumu arttırılmıştır.113
Radyoterapiye Bağlı Komplikasyonlar
Radyasyon Retinopatisi
Radyasyon retinopatisi, radyoterapi nedeniyle damar duvarında meydana gelen endotel harabiyetine bağlı retinal kapillerlerin kronik, ilerleyici vaskülopatisidir.124 Bu hasar kapiller dilatasyona, artmış vasküler geçirgenliğe, tomboza, retinal eksuda ve hemorajilere neden olur, son noktada tam kat retinal atrofi görülür (Resim 6). FFA kapiller düzeyde perfüzyon bozukluğunu gösterir ve radyasyon retinopatisinin tanısının konmasında altın standarttır.125 Brakiterapi sonrası 5 yılda %42 oranında görülen radyasyon retinopatisi, en sık tedavi sonrası 1-2. yılda görülmektedir.126 İlk bulgu subklinik maküler ödeme bağlı görme keskinliğinde azalma olabilir, hatta OKT ile saptanmış makula ödemi ortalama 5 ay sonrasında gelişebilecek radyasyon makulopatisinin göstergesi olabilir.127,128 Retinopati verilen total radyoterapi dozuna ve ışınlanan retina alanına bağlıdır. 35 Gy radyasyon dozu altında retinopatinin nadir gelişeceği, 65 Gy üzerinde hastaların yarısında radyasyon retinopatisi gelişeceği kabul edilmektedir.129 Proliferatif retinopati iskemik retinopati devamında gelişebilir ve plak tedavisi sonrası ortalama 2.5 yılda görülebileceği gibi devamında vitreus hemorajisi tüm hastaların %15,1’inde tedavi sonrası 5 yıllık sürede görülebilir.130,131 Guyer ve ark.132 proton ışın tedavisi sonrası radyasyon makulopatisi oranını %90 olarak bildirmişlerdir.
Tedavide panretinal veya fokal lazer fotokoagülasyon, fotodinamik terapi, intravitreal veya perioküler triamsinolon enjeksiyonu, oral pentoksifilin, hiperbarik oksijen, intravitreal anti-vasküler endotelyal büyüm faktörü (anti-VEGF) ve plak brakiterapi öncesi intravitreal silikon yerleştirilmesi gibi seçenekler mevcuttur.133,134,135 Tedavi almış ve almamış uvea melanomu olgularında, Missotten ve ark.136 aköz hümörde VEGF-A düzeylerinde artış olduğunu göstermiş, Shah ve ark.137 uvea melanomunda vitreusta artmış VEGF düzeylerini ve bu düzeylerin radyasyon retinopatisi ile daha da yükseldiğini göz önüne alarak plak radyoterapisi ile tedavi ettikleri 418 hastanın 292’sine 4 aylık intravitreal avastin enjeksiyonunu 2 yıl boyunca uygulamışlar, 126 hastayı ise sadece gözlemlemişlerdir. Takipler sonunda OKT ile tespit edilen makula ödemi ve radyasyon retinopatisi daha düşük oranda görülmüştür.
Radyasyona Bağlı Optik Nöropati
Radyasyon ilişkili optik nöropati tipik olarak ani, ağrısız, tek taraflı görme kaybına sebep olur ve görme kaybı radyasyon maruziyetinden en erken 3 ay, en geç 8 yılda başlayabilir.138,139 Patogenezi tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, radyasyon aracılı optik nöropati optik sinir ve kiazmanın radyasyona bağlı nekrozu olarak kabul edilir. Klinik olarak lipid birikimi ve hemorajilerin eşlik ettiği optik disk ödemi şeklinde görülür, zamanla hayalet damarlarla birlikte optik atrofi izlenir. Tedavide sistemik ve intravitreal kortikosteroidler, hiperbarik oksijen tedavisi, antikoagülan tedavi, intravitreal anti-VEGF tedavisi denemiştir.139,140,141,142 Finger ve Chin139 radyoaktif plak tedavisi sonrası radyasyon ilişkili optik nöropati gelişen 14 koroidea melanomu olgusuna en az 2 enjeksiyon olmak üzere 6-8 hafta aralıklarla intravitreal anti-VEGF uygulamışlar ve optik disk ödeminde gerileme, papiller hemorajide azalma bildirmişlerdir.
Cerrahi
Enükleasyon, Ekzenterasyon, Lokal Rezeksiyon
Geçmişte enükleasyon en çok tercih edilen tedavi seçeneği olmakla birlikte günümüzde görme beklentisinin olmadığı büyük uvea melanomu olgularında (tümör kalınlığı 8 mm’den büyük), optik sinir çevresi yerleşimli koroidea melanomu olgularında, ileri seviyede hemoraji ve retina dekolmanı, vitreus hemorajisi ile başvuran olgularda uygulanmaktadır. Radyoterapi ile tedavi edilebilecek maksimum tümör kalınlığı hakkında halen görüş birliği yoktur. Eğer COMS rehber olarak alınacaksa, yerleştirilecek plak tümör sınırlarını 2 mm geçmelidir. Pratik uygulamada 25 mm’den büyük bir plağı episkleral olarak yerleştirmek mümkün olamayacağı için taban çapı en fazla 21 mm’ye kadar olan tümörler plak radiyoterapi ile tedavi edilebilir. COMS sadece orta büyüklükteki melanomları plak radyoterapi ile tedavi etmiş, büyük melanomlarda yalnız enükleasyon ya da enükleasyon ile cerrahi öncesi dışsal ışın tedavisi seçeneklerini uygulamıştır. Cerrahi öncesi radyoterapi alan grup ile almayan grup arasında 10 yıllık sağkalım sonuçlarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır.143 Taban çapı 16 mm’den ve kalınlığı 8 mm’den büyük geniş tümörlerin plak radyoterapi ile tedavi edildiği çalışmalarda, göz korunsa dahi görme prognozunun kötü olduğu bildirilmiştir.144,145
Sağkalım söz konusu olduğunda birçok çalışma göz koruyucu tedaviler ile cerrahi tedaviler arasında mortalite açısından anlamlı bir fark göstermemiştir. COMS orta tümör grubunda plak brakiterapisi ve enükleasyon uygulanan uvea melanomu olgularını karşılaştırdığında uzun dönem sağkalımları arasında anlamlı fark saptamamıştır.145,146 Bu nedenle son yıllarda enükleasyon tercihinden uzaklaşılmış, gözü koruyucu tedavilere yönelim artmıştır.
Bir koroidea melanomu olgusunda lokal rezeksiyon, glob koruyucu tedavilere alternatif olabilir, daha da önemlisi detaylı histopatolojik ve sitogenetik incelemeye olanak sağlar. İris ve siliyer cisim melanomlarında daha çok tercih edilmektedir. İris tümörlerinde iridektomi günümüzde ilk seçenektir ve irisin en fazla üçte birini kapsayan, açı uzanımı olmayan tümörlerde tercih edilir.147 Başka bir tercih olarak iridektomi ile oluşturulan cerrahi kolobomdan kaçınmak amacıyla proton ışın tedavisi öne çıkarılabilir.148 İridosiklektomi açı ve siliyer cisim tutulumu varsa tercih edilecek yöntemdir.147 Koroidektomi, teknik zorluklar nedeniyle günümüzde sınırlı sayıda cerrah tarafından uygulanmaktadır. Tümör transretinal (endorezeksiyon) veya transskleral (ekzorezeksiyon) yolla cerrahi olarak alınabilir. Tümör rekürensini önlemek amacıyla ekzorezeksiyona ek olarak plak radyoterapi önerilirken, endorezeksiyon öncesinde önlem olarak plak radyoterapi uygulanması konusu hala tartışmalıdır.149,150 Her iki cerrahi teknikte de retina dekolmanı, vitreus hemorajisi gibi majör komplikasyonlar bildirilmiştir. Lokal rezeksiyon sonrası ağır görme kaybı için en önemli risk faktörü optik diske bir disk çapından daha yakın yerleşim olarak bildirilmiştir.151
Toksik tümör sendromu ışınlanmış tümör iskemik ve eksudatif hale geldiğinde makula ödemi, eksuda, seröz retina dekolmanı, üveit, iriste rubeozis ve neovasküler glokom ile seyreden bir durumdur, geliştiğinde ekzorezeksiyon önerilmektedir.151
Sistemik Değerlendirme
Uvea melanomunda sistemik metastaza yönelik tarama tetkikleri hakkında oluşturulmuş bir rehber hatta görüş birliği yoktur. Özellikle deri altı nodüler şişlik, organomegali açısından klinik muayene mutlaka yapılmalıdır. Karaciğer fonksiyon testleri gamma-glutamil-transpeptidaz, laktat dehidrogenaz, alkalin fosfataz, aminotransferazlar ve bilirubin düzeylerini içerir. Anormal karaciğer fonksiyon testi sonuçları radyografik incelemeden daha düşük sensitivite ve spesifiteye sahiptir, bu nedenle bu testler ancak radyografiyi tamamlayıcı testler olarak kullanılmalıdırlar.152 Karaciğer fonksiyon testleri tarafından tespit edilemeyen metastazlar USG ile saptanabilir.153,154 Karaciğer görüntülemesinde en duyarlı tetkik kontrastlı MRG olup, BT yüksek duyarlılığa sahip olmasına rağmen iyi huylu lezyonların ayrımında düşük güce sahiptir.155,156
Uvea melanomu tanısı almış bir hastada doğru tedavi seçiminde olduğu kadar, kişiye özel hastalık yönetimini ve risk değerlendirmesini sağlayabilmek amacıyla en iyi klinik yaklaşımı belirlemek önemlidir. Klinik ve histopatolojik risk faktörleri hastaları genel risk gruplarına ayırmak için kullanılabilir ancak hastalarda kişiye özel değerlendirme için yeterli değillerdir. Kromozom 1 kısa kolunda kayıp (1p), kromozom 3 kaybı, kromozom 8 uzun kolunda kazanım (8q), ve kromozom 6 kısa kolunda kazanım (6p) gibi kromozomal değişiklikler klinik açıdan prognoz değerlendirmesinde kullanılabilirler ancak klinik ve histolojik faktörlerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği gösterilmiştir.68
Yukarıda bahsedildiği gibi, GEP, uvea melanomunda primer tümörü düşük metastatik risk (sınıf 1), yüksek metastatik risk (sınıf 2) olacak şekilde ayırır. Klinikte rutin olarak kullanılabilecek GEP testi, prospektif, çok merkezli bir çalışma ile onaylanmış olup, bu calışma ile, prognostik açıdan, klinikopatolojik evreleme ve monozomi üç yüksek metastaz riski ile ilişkilendirilen sitogenetik değişikliklere göre daha üstün olduğu gösterilmiştir.157,158,159 Field ve Harbour158 GEP analizi ile değerlendirdikleri hastalardan sınıf 1A da olanlara (düşük risk grubu) yıllık karaciğer görüntülemesi, sınıf 1B de olanlara (orta risk) dönüşümlü olarak karaciğer görüntülemesi ve karaciğer fonksiyon testleri ile altı ayda bir değerlendirme, sınıf 2 de olanlara (yüksek risk) dönüşümlü olarak karaciğer görüntülemesi ve karaciğer fonksiyon testleri ile üç ayda bir değerlendirme önermektedirler.
Destekleyici Tedaviler
Uvea melanomunda tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen genel mortalite metastatik hastalık nedeniyle yüksektir. Bu nedenle metastaz riski yüksek olan hastanın belirlenmesi önem taşır ve son yıllarda bu konu üzerine bir çok çalışma mevcuttur. Bir başka açıdan bakıldığında ise; tümör katlanma zamanı üzerine yapılan çalışmalar tanı anından önce tümör metastaz yaptığını ileri sürmektedir. Tanı sırasında kanda serbest dolaşan tümör hücrelerinin gösterilmesi ile bu görüş desteklenmektedir.39,160,161,162 Metastatik uveal melanoma tedaviye dirençlidir ve güncel tedavilerin sağkalımı uzattığına dair bir veri yoktur. Sistemik tedavi, makrometastazlardan daha çok mikrometastazları hedef alan destekleyici tedaviler ile daha etkin hale getirilebilir.
Destekleyici tedaviler radyoterapi ve sistemik tedaviyi içermektedir ve halen klinik olarak tanımlanmış makrometastazları hedef alır. Sistemik tedavi seçenekleri arasında kemoterapi, immünoterapi, hormon tedavisi, biyolojik tedavi ve hedef tedaviler bulunmaktadır. Günümüzde, bir çok tümör için yerleşmiş olsa da uvea melanomu için hala az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bugüne dek yayınlanmış randomize olmayan çalışmalarda dakarbazin, bacille calmette-guerin, sistemik interferon kullanılmış ancak ümit veren sonuçlar bildirilmemiştir.163,164,165 Sistemik interferon alfa-2a uvea melanomu olgularında deri altı yoluyla haftada 3 uygulama şeklinde iki yılı aşkın bir süre denenmiş ancak mortalite açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır.163 Sunitinib, valproik asit, dakarbazin ve sistemik interferon alfa-2b, dendritik hücre aşıları ve ipilimumabın adjuvant terapideki yeri üzerine çalışmalar devam etmekte olup sonuçlar bildirilmemiştir.166 Sitotoksik kemoterapötiklerden bir alkali ajan olan fotemustin karaciğer metastazı olan olgularda hem intravenöz kemoterapi hem de intra-arteryel hepatik kemoterapide denenmiş, intra-arteryel hepatik uygulamada intravenöz sistemik uygulamaya göre daha iyi tümör cevabı alınsa da, uzun dönemde sağkalımı arttırmadığı gösterilmiştir.167 Mutasyona uğramış GNAQ tarafından aktive edilen MAPK yolağı uvea melanomu patogenezinde önemli rol oynamaktadır. MEK inhibitörü selumetinib deri melanomlarında sağkalımı arttırmamış olsa da GNAQ mutasyonu bulunan uvea melanomu olgularında kullanılmış, progresyonsuz sağkalımı uzattığı görülmüştür.168,169 MAPK inhibitörlerinde en önemli kısıtlama ilacın ortalama 6-10 ay arası çalışması ve bunun daha agresif bir rekürense neden olacağı düşünülmektedir.
Yüksek metastaz riski olan uvea melanomu olgularında metastazı önlemek ve sağkalımı arttırmak amacıyla halen devam eden çalışmalar mevcuttur. Genetik olarak RNA analizinde sınıf 2 grupta olan veya DNA analizinde monozomi 3 mutasyonu saptanmış hastalar veya tümör kalınlığı 8 mm üstünde olan hastalar primer tümörün tedavisi sonrası sistemik ipilimumab tedavisi ile çalışmanın adjuvan tedavi kolunda değerlendirilmektedirler.170 Monozomi 3 veya 8q kazanımı olan ve halen metastaz gerçekleşmemiş uvea melanomu olgularında dakarbazin ve rekombinan interferon alfa-2b verilerek sonuçların değerlendirileceği çalışma hasta alımını sonlandırmış ancak daha sonuçları yayınlanmamıştır.171 Aynı şekilde c-Ros onkogen inhibitörü crizotinib genetik açıdan sınıf 2’de olduğu kanıtlanan uvea melanomu olgularında faz 2 çalışma kapsamında uygulanmaktadır ve çalışma halen hasta alımına açık olup herhangi bir sonuç yayınlanmamıştır.172 Genetik açıdan yüksek metastaz riski saptanan uvea melanomu olgularında devam eden bir diğer klinik çalışmada sunitinib ve valproik asit kullanılmaktadır ve çalışma halen hasta alımına açıktır.173 Arilsulfonamidler ile hipoksi indüklenebilir faktör yolaklarının inhibisyonu devam eden başka bir araştırma alanıdır.174
Son yıllarda metastazı erken belirleyebilmek amacı ile proteomiks ve sekretomiks çalışmaları önem kazanmıştır. Serumda bakılabilen ve metastatik uvea melanomunda yükseldiği gösterilmiş proteomik belirteçler arasında osteopontin, S100, MIA (melanoma inhibitory activity), VEGF ve TPS (tissue polypeptide specific antigen) sayılabilir. Dokuda ise S100, MCAM, NKI-C3, E-cadherin, c-Met ve MIA metastatik melanomlarda artmış ekspresyon göstermektedir.175
Sonuç olarak, uvea melanomunda tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen, hastaların yaklaşık yarısında sistemik metastaz görülecektir. Tümörün moleküler yapısının daha iyi anlaşılması ve GNAQ/GNA11, BAP1, EIF1AX, SF3B1 mutasyonlarını içeren yolakları, epigenetik mekanizmaları hedefleyen tedaviler aracılığıyla belki de yakın gelecekte mikrometastazların ilerlemesi önlenecektir.
Etik
Hakem Değerlendirmesi: Editörler kurulu ve editörler kurulu dışında olan kişiler tarafından değerlendirilmiştir.
Yazarlık Katkıları
Cerrahi ve Medikal Uygulama: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı, Konsept: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı, Dizayn: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı, Veri Toplama veya İşleme: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı, Analiz veya Yorumlama: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı, Literatür Arama: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı, Yazan: Berçin Tarlan, Hayyam Kıratlı.
Çıkar Çatışması: Yazarlar tarafından çıkar çatışması bildirilmemiştir.
Finansal Destek: Yazarlar tarafından finansal destek almadıkları bildirilmiştir.